Mikrobiyota Ve Obezite: Nedir? Arasındaki İlişkisi, Hastalıklar, Yeme Alışkanlıkları, Bağırsak Mikrobiyotası

Mikrobiyota Nedir?

Mikroorganizmalar vücudumuzdaki hücre sayısının yaklaşık 10 katını oluşturur. Rahim içi dönemden mikrobiyota oluşumunda birçok faktör rol oynar. Doğum şekli, anne sütü veya formüla ile beslenme, gebelik yaşı, bireyin beslenme alışkanlıkları ve antibiyotik-prebiyotik-probiyotik tedavi alıp almamaları mikrobiyotayı etkiler. Bozulmuş bağırsak mikrobiyotası ve azalmış fonksiyonel çeşitlilik ile disbiyoz oluşur. Bağırsak mikrobiyotasında disbiyoz meydana geldiğinde, bağırsak geçirgenliğinde artış ve kısa zincirli yağ asidi üretiminde değişiklik olduğu gösterilmiştir. Bu değişiklikler glikoz ve lipid metabolizmasında, inflamasyonda ve metabolik endotoksemide değişikliklere ve sonuç olarak obeziteye neden olur.

 

Mikrobiyota ile İlişkili Hastalıklar Nelerdir?

Mikrobiyotadaki çeşitli nedenlerden kaynaklanan disbiyoz durumunda, bireyin belirli hastalıklara yakalanma riskinin artabileceği düşünülmektedir. Disbiyoz ile ilişkili olduğu düşünülen bazı hastalıklar şunlardır:  Gastrointestinal sistem hastalıkları (kısa bağırsak sendromu, helicobacter pylori enfeksiyonu, nekrotizan enterokolit, ishal, kabızlık, irritabl bağırsak sendromu, inflamatuar bağırsak hastalığı), bazı kanserler, alerjik hastalıklar, alkolsüz karaciğer yağlanması , kolelitiazis, bazı psikolojik hastalıklar (anksiyete, depresyon, otizm spektrum bozukluğu, alkol bağımlılığı, bilişsel işlev bozukluğu, şizofreni ve irritabl bağırsak sendromu), metabolik hastalıklar (obezite, tip 2 diyabet, metabolik sendrom).

 

Obezite ve Mikrobiyota Arasındaki İlişki Nedir?

Obezite ile ilgili çalışmalardan elde edilen veriler, obez bireylerin bağırsak mikrobiyotasının içeriğinin sağlıklı bireylere göre değiştiğini göstermektedir. Obezite, çok yaygın bir sağlık sorunudur. Obezite, düzensiz enerji alımı, enerji dengesi, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler, genetik yapının ve çevresel faktörlerin etkisiyle yanlış beslenme sonucu ortaya çıkan bir sağlık durumudur. Obezite; tüm dünyada küresel bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Bir çok ülkede çocukluk ve ergenlik döneminden başlayarak her yaşta hızla artmaya başlamıştır. Bugüne kadar, kalori kısıtlaması ve tıbbi tedavi ile istenen başarı sağlanamamıştır. Son çalışmalar obezitenin gelişimi ile ilgili biyokimyasal yolları anlamak için yeni hedefler sağlamıştır.

 

Yeme Alışkanlıkları ve Mikrobiyota İlişkisi

Yeme alışkanlıkları, insan bağırsak mikrobiyotasının çeşitliliğine katkıda bulunan ana faktörlerdir. İnsan bağırsak mikrobiyotası; bakterileri, mantarları, diğer ökaryotik türleri de içeren 100 trilyon hücreden oluşmaktadır. Kısa ve uzun sürede uygulanan diyet türü; yiyeceklerden enerji alımına ve enerji dengesinin düzenlenmesine katkıda bulunan bakteriyel metabolitleri etkiler. Bağırsak mikrobiyotası; enerji ekstraksiyonunu arttırır, bağışıklık sistemini düzenler, lipit metabolizmasını değiştirir ve konak metabolizmasını etkiler. Bu etki; mikrobiyota ve yarattığı metabolitlerin varlığı ile sağlanır. Son yıllarda elde edilen kanıtlara dayanarak bağırsak mikrobiyotası; obezite, obezite ile ilişkili inflamasyon ve kardiyometabolik komplikasyonların ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır.

 

 

Bağırsak Mikrobiyotasını Etkileyen Faktörler Nelerdir?

Bağırsak mikrobiyotası kişinin yaşı, beslenme alışkanlıkları, coğrafik kökeni, yaşam tarzı, doğum şekli, antibiyotik kullanımı gibi çeşitli çevresel faktörlerden etkilenir. Bu faktörler mikrobiyotada bazı değişiklikler meydana getirebilir. Mikrobiyotadaki  bu değişiklikler; obezite, diyabet,  yağlı  karaciğer  hastalığı, alerjik  hastalıklar,  gastrointestinal  hastalıklar, otoimmun hastalıklar gibi pek çok hastalığın riskini artırmaktadır.

Bağırsak mikrobiyotadaki fonksiyonel çeşitliliğin azalması ile bağırsak geçirgenliğinde artma ve kısa zincirli yağ asidi üretiminde değişim olduğu gösterilmiştir. Bu değişiklikler ise glikoz ve yağ metabolizmasında değişime akabinde de inflamasyona neden olmaktadır. Son kanıtlar, bağırsak mikrobiyotasının obezite gibi metabolik bozuklukların patogenezinde potansiyel yeni bir rol oynadığını ortaya koymuştur. Kısa zincirli yağ asitleri, safra asidi ve bağırsak mikrobiyotasının biyoaktif lipitleri gibi spesifik metabolitler, endokrin L hücrelerinde eksprese edilen reseptörlerini aktive ederek inkretin hormon salgılanmasının düzenlenmesine katkıda bulunur. İnkretin hormon peptitleri, gastrointestinal sistem, beyin, yağ dokusu ve karaciğer gibi çok çeşitli organları ve dokuları etkiler. Bağırsak mikrobiyotasının metabolik hastalıkların patofizyolojisindeki rolünün anlaşılmasıyla prebiyotikler, probiyotikler ve fekal transplantasyon gibi yeni tedavi seçenekleri gündeme gelmiştir. Bağırsak mikrobiyota modifikasyon kısıtlaması, obeziteyi önlemek veya süreci tersine çevirmek için potansiyel bir terapötik strateji olabilir.

Obez ve normal kilodaki insanların bağırsak mikrobiyotasının içeriğinin farklıdır. Çeşitli diyet türlerinin mikrobiyota üzerindeki etkisi incelenmiştir. Farklı oranlarda karbonhidrat, yağ ve protein içeren diyet stratejilerinin mikrobiyotayı değiştirebildiği görülmektedir. Karbonhidratlar, bağırsak mikrobiyotasını etkileyerek besinlerin emilimini ve depolanmasını artırmaktadır. Karbonhidratlar, bağırsak mikrobiyotasındaki canlıların ana enerji ve karbon kaynaklarıdır. Bu canlılar özellikle karmaşık polisakkaritleri hidrolize etme yeteneğine sahiptir. Suda çözünmeyen selüloz dışkı hacminde bir artış sağlar.Dışkı hacminin arttırılması; toksin konsantrasyonunun azalmasına, geçiş süresinin kısalmasına, defekt sıklığının artmasına ve kolon içindeki basıncın azalmasına olanak tanır.

Selülöz, ksilan, pektin ve inülin gibi depo polisakkaritler, memelilerin hidroliz enzimleri tarafından sindirilemez. Dirençli nişasta, retrogradasyon veya nişasta granüllerinin yapısı nedeniyle tamamen sindirilmeden kalın bağırsağa da geçer. Kısa zincirli yağ asitleri, sindirilmeden kalın bağırsağa geçen karbonhidratların fermantasyonu sonucu oluşur. Asetat, propionat, bütirat gibi kısa zincirli yağ asitleri; kolon mukozası tarafından emilir ve lipit ve glikozun de novo sentezinde kullanılır.

Sonuç olarak; konakta günlük alınan enerjinin yaklaşık %10′ u üretilir.

Ek olarak; oluşan asidik maddeler, ortamın pH’ ını düşürerek patojenik mikroorganizmaların çoğalmasını önler. Yüksek yağlı diyetlerde de bağırsak geçirgenliğini artırarak yağ moleküllerinin kandaki seviyesini yükseltmekte ve vücutta enflamasyona neden olmaktadır. Protein ise bağırsakta fermente olur ve metabolik ürünler açığa çıkar. Proteini yüksek diyetlerle oluşan bu metabolik ürünler bazı enflamatuar hastalıklara neden olabilir. Obez bireylerin mikrobiyotasındaki Bakteriyodetes ve Prevotella türlerinde bir artış ve Firmicutes ve Bifidobacterium türlerinde bir azalma olduğu bulunmuştur. Bazı mekanizmaların, obezite oluşumunda bağırsak mikrobiyomunun etkisini açıkladığı düşünülmektedir. Bu mekanizmalardan birinin, enerji düzenlemesi ve mikroorganizmanın insanlar tarafından sindirilmeyen diyet polisakkaritlerini fermente etme kabiliyeti; diğerinin, adenosin monofosfat kinazı (AMPk) baskılayarak karaciğer yağ asidi oksidasyonunu azaltma kabiliyeti ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Obez tip bağırsak mikrobiyotasının; obezite oluşmadan immünolojik ve davranışsal değişikliklere neden olduğu ilginç bir bulgudur. Bağırsak mikrobiyota modifikasyonu, obeziteyi önlemek veya tersine çevirmek için potansiyel bir terapötik strateji olabilir. Çünkü çalışmalar sağlıklı mikrobiyotanın ikinci bir konakçıya transferinin metabolik sendromu tersine çevirebileceğini ve önleyebileceğini göstermiştir. Obez kişilerin bağırsak mikrobiyotasına probiyotiklerin ve prebiyotiklerin kullanılmasıyla metabolik bozukluklarda, vücut yağ dokusu oranında ve bağırsak inflamasyonlarında iyileşme görülebilmektedir.

Bir yorum Yaz