Diyabet Hakkında Bilmedikleriniz

Diyabetle İlgili Bilinmeyenler

  • Diyabet hastalığı akut ve kronik olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.

Diyabetin Akut Komplikasyonları

Diyabeti olan hastalar yaşam boyu bir veya birden çok acil önlem alınması veya tedavi uygulanması gereken durumla karşılaşabilir. Takip ve tedavideki tüm gelişmelere karşın diyabetik aciller yine de mortalite nedeni olabilmektedir.

Diyabetin akut komplikasyonları 4 ana başlık altında incelenebilir:

1) Diyabetik Ketoasidoz

İnsülin eksikliği ve hiperglisemi sonucu kanda ve idrarda keton yüksekliği ile seyreden DKA’nın en önemli nedeni , insülin eksikliği ya da kesilmesi veya infeksiyon, travma, miyokard infarktüsü gibi fiziksel bir stresin araya girmesidir. Ayrıca, özellikle tip 1 diyabetli bireyler tanı anında DKA ile başvurabilirler.

DKA tip 1 diyabetli çocuklarda en önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Çocuklardaki DKA sıklığı büyük ölçüde tanı gecikmesine ve diyabet farkındalığının yetersiz oluşuna bağlıdır. Toplumun büyük kısmı, öğretmenler ve bazen sağlık personeli diyabeti erişkinlerin bir hastalığı olarak bilmekte ve çocuklarda belirgin diyabet bulguları olmasına karşın diyabet tanısı akla gelmemektedir. Bulantı, kusma, karın ağrısı, çok su içme, çok idrara çıkma şikayetleriyle başlayan DKA, bilinç bulanıklığı ve komaya kadar gidebilir.

DKA acil müdahale gerektirir. Bu durumda tedavinin esaslarını erken dönemde sıvı ve elektrolit dengesinin sağlanması, intravenöz insülin infüzyonu ve eşlik eden hastalık durumlarının tedavisi oluşturur.

2) Hiperglisemik Hiperozmolar Durum

Hiperglisemik hiperozmolar durum (HHD) ile DKA oluşum mekanizması hemen hemen aynı olmakla birlikte, HHD’de dehidratasyon daha ön plandadır ve az da olsa varolan insülin, keton oluşumunu engeller.

HHD ileri derecede hiperglisemi (genelde >600 mg/dL), hiperozmolarite, bilinç bulanıklığı veya kaybı ile karakterize, mortalitesi %10-50 arasında değişen akut metabolik bir sendromdur. Olguların büyük çoğunluğu ileri yaşta diyabetli oldukları önceden bilinen hastalar olmakla birlikte, diyabetin ilk belirtisi olarak da HHD görülebilir. Tedavisi DKA ile benzerdir.

3) Laktik Asidoz

Genellikle altta yatan ciddi hastalığı bulunan diyabet hastalarında görülen ve dokulara oksijen dağılımı ve kullanımının yetersizliğinden kaynaklanan ağır bir metabolik asidoz biçimidir. Metformin kullanan yaşlı diyabetli bireylerde özellikle karaciğer ve böbrek yetersizliği veya ağır hipoksi durumlarında nadir olarak görülebilen bir komplikasyondur.

4) Hipoglisemi

Diyabetin en sık karşılaşılan akut komplikasyonu olan hipoglisemi, kan glukoz seviyesinin aniden normalin altına düşmesi olarak tanımlanır. Hipoglisemi soğuk terleme, titreme, bulantı, çarpıntı, acıkma hissi, başağrısı, konsantrasyon güçlüğü, halsizlik, konuşma bozukluğu ve konfüzyon gibi klinik belirtilere neden olur. Nadiren fokal nörolojik bozukluklar görülebilir.

Ciddi uzamış hipoglisemi kalıcı beyin hasarına neden olsa da, çoğunlukla hipogliseminin düzelmesi ile semptomlar da düzelir. Diyabetli bireylerde hipogliseminin en önemli nedenleri özellikle insülin salgılatıcı sulfonilüre/glinid grubu OAD’ler veya insülinlerin fazla dozda alınması ve yetersiz beslenmedir. Hipoglisemi santral sinir sistemi ve kardiyovasküler sistem üzerinde ciddi morbiditelere yol açabilir. Tip 1 diyabetli bireylerin ölüm sebeplerinin %2-4’ünü hipogliseminin oluşturduğu tahmin edilmektedir.

Tip 2 diyabette hipoglisemi oranlarının belirlenmesi zor olsa da tip 1 diyabetli bireylerden daha az görüldüğü söylenebilir. Özellikle insülin kullanan tip 2 diyabetli bireyler hipoglisemi açısından, OAD’lerle tedavi edilenlere göre daha fazla risk altındadır.

Hipoglisemi, diyabet tedavisi sürecinde , HbA1c hedefine ulaşmada kısıtlayıcı bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Hipoglisemi tedavisinde hastanın bilinci açıksa ve hafif-orta derecede hipoglisemi varsa ağızdan 15-20 g. glukoz veya aynı miktarda glukoz içeren şeker, meyve

suyu gibi kan glukoz düzeyini hızlı yükselten bir karbonhidrat kaynağı kullanılmalıdır. 15 dakika sonra kan glukoz düzeyi 70 mg/dl üstüne çıkmaz ise tedavi tekrarlanmalıdır. Hipoglisemi atağından sonra gelişebilecek hipoglisemi riskini azaltmak için 15-20 g. glukoz içeren ve kan glukoz düzeyini yavaş yükselten bir karbonhidrat kaynağından oluşan bir ara öğün alınmalıdır.

Hastanın bilinci kapalıysa i.v. olarak glukoz içeren solüsyonların verilmesi gerekir. Daha sonra hipoglisemiye neden olan durumlar araştırılarak gereken müdahale yapılmalı ve sonraki hipoglisemi atakları önlenmeye çalışılmalıdır.

Diyabetin Kronik Komplikasyonları

Diyabetin komplikasyonları üç başlık altında incelenebilir:

1- Mikrovasküler komplikasyonlar: Retinopati, nefropati, nöropati (periferik ve otonomik)

2- Makrovasküler komplikasyonlar: Aterosklerotik kalp hastalıkları, periferik arter hastalığı, serebrovasküler hastalıklar

3- Diğer komplikasyonlar: Cilt, diyabetik ayak, eklem, kemik, beyni ilgilendiren sorunlar (demans, Alzheimer), psikolojik sorunlar, seksüel sorunlar, vs. Diyabet hastalarının önemli bir kısmında hipertansiyon ve lipid metabolizması bozuklukları da klinik tabloya eşlik eder.

Diyabetik Retinopati

Diyabet körlüğe neden olan ilk üç hastalık içinde yer alır. Diyabetin bu komplikasyonu retinadaki küçük damarların uzun süreli hiperglisemiye bağlı olarak tahrip olması sonucu gelişir.

Hastalık ortaya çıktıktan 20 yıl sonra tip 1 diyabetlilerin büyük çoğunluğunda, tip 2 diyabetlilerin de yarısından fazlasında diyabetik retinopati gelişir.

Popülasyona ve tanı yöntemlerine göre değişmekle birlikte retinopati prevalansı %11.4 ile %45.3 arasında değişmektedir .

Gelişmekte olan ülkelerde diyabetik retinopati prevalansı gelişmiş ülkelere oranla daha yüksektir ve %35’e ulaşmaktadır .

Diyabetik retinopati, diyabet süresi 15 yıla ulaşan diyabetlilerin %2’sinde körlük ve %10’unda ciddi görme kaybına neden olur. Retinopati taramasına tip 1 diyabetli bireylerde tanıyı izleyen beşinci yıldan itibaren, tip 2 diyabetli bireylerde ise tanı anında göz dibi değerlendirmesi ile başlanmalı ve daha sonra yılda bir tekrarlanmalıdır.

Diyabetik Nefropati

Diyabet, kronik böbrek yetersizliğinin en sık görülme nedenidir. Diyaliz ünitelerinde tedavi gören hastaların %50’si diyabetlidir. Diyabetli bireylerin %20-40’ında diyabetik nefropati gelişir.

Diyabetik nefropatili bireylerin %10-20’si böbrek yetersizliği nedeniyle kaybedilir. Diyabetik nefropati gelişen hastalarda kardiyovasküler hastalık riski artar. Nefropati taramasına tip 1 diyabetli bireylerde tanıyı izleyen beşinci yıldan itibaren, tip 2 diyabetli bireylerde ise tanı anında idrarda albumin atılımı ölçülerek başlanmalı ve daha sonra yılda bir kez mikroalbuminüri kontrolü yapılmalıdır.

Spot idrarda albumin (mg)/kreatinin (g) oranı için kesim noktası <18 mg/g olmalıdır. Bunun üzerindeki değerler patolojik olarak kabul edilmektedir. Daha önceleri idrar albumin atılımının 30-299 mg/g bulunması ‘mikroalbuminüri’, >300 mg/g bulunması ise ‘makroalbuminüri’ olarak değerlendirilmekteydi. Benzer şekilde 24 saatlik idrarda albumin atılımı <30 mg/g ise normal, 30-299 mg/g ise mikroalbuminüri, >300 mg/g ise makroalbuminüri olarak adlandırılmaktaydı.

Bununla birlikte yakın zamanda ADA tarafından, mikroalbuminüri ve makroalbüminüri tanımlamaları yerine idrarda albumin atılımının kullanılması önerilmiştir. Buna göre 24 saatlik idrarda <30 mg/gün olması normal albumin atılımı, daha yüksek değerlerin ise persistan albuminüri olarak adlandırılması tavsiye edilmektedir.

Diyabetik Nöropati

Diyabetin periferik ve otonom sinirlerde yol açtığı bozukluklardır. Diyabetik nöropati farklı bireylerde farklı sinir liflerinin değişik derecelerde etkilenmesi sonucu gelişir. Bu nedenle oldukça heterojen bir klinik tablo oluşturur.

Nöropatiyi tespit için kullanılan yöntemlere ve popülasyona bağlı olarak diyabetik nöropati prevalansı çalışmalarda %10-90 arasında değişmektedir. İnsidansının ise yaklaşık yılda %2 civarında olduğu bildirilmektedir.

Diyabetin en sık görülen uzun dönemli komplikasyonlarından biri olan nöropati, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir.

En sık görülen belirtiler ayaklarda uyuşma, yanma, karıncalanma, ağrı ve güçsüzlüktür. Bu belirtiler, nöropatinin en sık görülen şekli olan distal simetrik polinöropatiye bağlı olarak gelişmektedir. Distal simetrik polinöropati basit klinik testlerle saptanabilir ancak atipik vakalarda elektrofizyolojik testlere gerek duyulur. Nöropati, aynı zamanda diyabetik ayak gelişimi için de önemli bir risk faktörüdür.

Nöropati taramasına tip 1 diyabetli bireylerde tanıyı izleyen beşinci yıldan itibaren, tip 2 diyabetli bireylerde ise tanı anında başlanmalı ve daha sonra yılda bir tekrarlanmalıdır.

Diyabetik nöropati periferik duyu ve motor sinirleri yanında otonom sinir sitemini de etkiler. Vücuttaki tüm sistemlerin otonom nöropatiden etkilenme riski olmakla birlikte kliniğe en fazla yansıyan sorunlar kardiyovasküler, gastrointestinal ve genitoüriner sistem tutulumları ile ilgilidir. Kardiyovasküler otonom nöropati kliniğe egzersiz intoleransı, ortostatik hipotansiyon, istirahat taşikardisi olarak yansır. Ayrıca bu hastalarda sessiz miyokard infarktüsü ve aritmiye bağlı mortalite de artmıştır .

Diğer sistemlerde en sık karşılaşılan sorunlar ise mide boşalmasında gecikme, konstipasyon, diyare, gastroparezi, kolesistit, hipoglisemik otonom yetersizlik ve erektil fonksiyon bozukluğudur.

Diyabetik Ayak Ülserleri

Diyabetlilerde periferik nöropati, periferik arter hastalığı ve infeksiyona yatkınlık nedeniyle ayak ülserleri ve nihayetinde amputasyonlar sık görülür. En önemli neden diyabetik nöropatinin yarattığı hissizlik sonucu tekrarlayan travmaların fark edilmemesidir.

Çalışmalar, travmatik nedenler dışında, ayak amputasyonuna yol açan sebeplerin %60’ının diyabetten kaynaklandığını göstermektedir. Diyabetlilerin %15-20’si hayatlarının bir döneminde ayak ülseri komplikasyonu yaşamaktadır. Bir kez ayak ülseri gelişen hastalarda bu sorunun tekrarlama olasılığı yüksektir.

Diyabetik ayak yarasının eğitimle ve basit önlemlerle önlenmesi, sorunun tedavisinden çok daha kolaydır. Bu nedenle hastalara ayak ve tırnak bakımı eğitimi verilmesi ve her poliklinik kontrolünde ayak muayenesi yapılması gereklidir. Bunun için de diyabet ekibi içinde ayak bakım teknikerleri (podolog) yer alması gerekmektedir.

Kardiyovasküler Hastalıklar ile Diyabet İlişkisi

Diyabetli bireylerde kardiyovasküler hastalıklar en önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Diyabet koroner arter hastalığı ve inme riskini 2-4 kat arttırır. Diyabetlilerin %60-75’i kardiyovasküler hastalıklar (koroner arter hastalığı ve inme) nedeniyle kaybedilmektedir.

Bilinen kardiyovasküler hastalığı olmayan diyabetli bireylerde kardiyovasküler olay gelişme riski, daha önceden bir kardiyovasküler olay geçirmiş olan fakat diyabeti olmayan hastalardakine benzer oranlardadır. Bu durum diyabetin bir kardiyovasküler risk eşdeğeri olarak kabul edilmesini açıklamaktadır.

Ayrıca geniş otopsi serileri ve koroner anjiyografik çalışmalar, diyabetli bireylerde koroner arter hastalığı şiddet ve yaygınlığının daha ağır olduğunu göstermektedir (44,55). 2004 yılında 65 yaş üzeri diyabete bağlı ölümlerin %68’inde eşlik eden kalp hastalığı, %16’sında ise inme olduğu saptanmıştır.

Diyabetli bir hastada koroner arter hastalığının en sık semptomu egzersizle ortaya çıkan anjina pektoristir. Bununla birlikte diyabetli bireylerde sessiz iskemi olarak adlandırılan semptom olmaksızın koroner arter hastalığı veya miyokard infarktüsü ve ani ölüm riski; diyabeti olmayanlara oranla çok daha yüksektir.

Diyabetin hem mikro hem de makrovasküler komplikasyonları kan glukoz regülasyonunun sağlanması, kan basıncı ve lipid değerlerinin hedeflenen seviyelere indirilmesi ile büyük oranda önlenebilir veya geri döndürülebilir.

Dünyada Diyabet

1985’te, tüm dünyada, tespit edilen 30 milyon diyabetli vardı. 2005 yılında, 230 milyondan fazla diyabetli mevcuttur. Yaklaşık 20 yılda, hemen hemen yedi kat artma olmuştur. Eğer bu epidemiyi yavaşlatmak için hiçbir şey yapılmaz ise, IDF ‘in tahminlerine göre 2013 yılında 382 milyon olan diyabetli sayısının 2035 yılında 592 milyona çıkacağı düşünülmektedir.

  • Araştırmalara göre diyabet hastalığının Çin’de ve diğer Asya ülkelerinde yaygın olmasının sebebi; diyabetli kişiler için sağlık hizmetlerinin, diğer bireylere göre maliyetlerinin yüksek olması ve çoğu insanın diyabet hastalığının tedavisini karşılayacak yeterli ekonomik düzeye sahip olmamasıdır.
  • Asya ülkeleri dünyadaki diyabet popülasyonunun %60 ını oluşturmaktadır. Asya insanları diyabete güçlü etnik ve genetik eğilim göstermektedirler. Çevresel faktörler açısından değerlendirildiklerinde ise en düşük eşik değere sahiptirler. Bu sebeple; batı kültür popülasyonuyla kıyaslandığında daha düşük beden kütle indeksi ve bel çevresine sahip olmalarına rağmen genç yaşta diyabet görülme durumu daha yaygındır.
  • Genetik yatkınlığın yüksek olması, Asyalı bireylerin diyabete ve düşük genetik HDL seviyesinden dolayı koroner kalp hastalıklarına yakalanma riski neredeyse bir obezite hastası ile aynı seviyededir.

 

Türkiye’de Diyabet

  • Son yayımlanan IDF Diyabet Atlası’na göre ülkemiz Avrupa ülkeleri arasında diyabet prevalansının en yüksek olduğu ülkedir.
  • Benzer şekilde Avrupa’da 20-79 yaş arası en fazla diyabetli bireyin bulunduğu ülkeler sıralamasında ülkemiz 7 milyonu aşkın kişiyle Rusya ve Almanya’dan sonra 3. sırada yer almaktadır. Diyabetin en önemli risk faktörleri arasında sayılan obezitenin ülkemizde özellikle son yıllarda artış göstermesi bu sonucun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır. Nitekim, TURDEP-II çalışmasında ülkemizde obezite prevalansı %31.2 olarak belirlenmiştir.
  • Ayrıca, T.C. Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen ve 2014 yılında yayımlanan ‘Türkiye Çocukluk Çağı (7-8 yaş) Şişmanlık Araştırması (COSI-TUR)-2013’ raporunda ülkemizde 7-8 yaş grubu kız çocuklarının %21.6’sının, erkek çocuklarının da %23.3’ünün kilolu veya obez olduğu bildirilmiştir.
  • Sağlık Bakanlığı’nca yapılan 2003 Hane Halkı Araştırması sonuçlarına göre 18 yaş ve üzeri kişilerde beyana dayalı olarak diyabet sıklığı %4.75 (kadınlarda %5.75; erkeklerde %3.42) olarak bulunmuştur. ‘Ulusal Hastalık Yükü Çalışması’ kapsamında yapılan analizlerde ise Türkiye’de diyabet prevalansı toplumda yaklaşık %5’tir .‘Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalıkları ve Risk Faktörleri Çalışması (TEKHARF)’nın 2009’da yayınlanan verilerine göre, Türkiye’de 35 yaş üstü nüfusta diyabet prevalansı %11.3 olarak tahmin edilmiş ve bunun 3.3 milyon kişiye karşılık geldiği hesaplanmıştır. Bu çalışmaya göre ülkemizde diyabetin artış hızı %6.7 olup bu, diyabetli popülasyonun 10-11 yılda ikiye katlanması anlamına gelmektedir. . Aynı araştırmada diyabetin gelecekte koroner kalp hastalığı gelişimini, diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak %81 yükselttiği belirtilmiştir.
  • Genel olarak, toplumun %7.5’inde bilinen diyabet varken, %6.2’si diyabet hastası olduğunu bilmemektedir. Bir başka ifadeyle diyabetli bireylerin yaklaşık yarısı diyabetli olduğunun farkında değildir.
  • TURDEP-II 2010 yılı araştırma sonuçlarına göre diyabet sıklığı kadınlarda erkeklerden daha yüksek bulunmuştur (kadınlarda %17.2, erkeklerde %16.0). Kentsel kesimde diyabet oranı %17.0 iken kırsal kesimde %15.5 olarak saptanmıştır.
  • Ayrıca, bu çalışmaya göre ülkemizde yaşayan 20 yaş üstü popülasyonun %28.7’si prediyabet olarak kabul edilmektedir.
  • Yani, diyabet ve prediyabetli birey oranı toplamda %42.4’ü bulmaktadır. TURDEP-II (2010) çalışmasında ortaya çıkan çarpıcı sonuçlardan birisi de obezite ve fazla kilolu hasta sayılarıdır. Buna göre ülkemiz nüfusunun %68.7’si obez veya fazla kilolu olarak sınıflandırılmaktadır.

 

  • TURDEP-II (2010) çalışmasına göre ülkemizin en yüksek diyabet prevalansına sahip bölgesi Doğu bölgesi iken (%18.2), en düşük prevalansa sahip bölgesi Kuzey bölgesi (%14.5) olmuştur
  • IDF Diyabet Atlası’na göre, 2013 itibarı ile Türkiye erişkin (20-79 yaş) nüfusta diyabet prevalansı %14.58, dünya nüfusuna göre standardize edilmiş prevalans %14.85 ve diyabetli birey sayısı 7 milyondan fazladır.
  • BGT prevalansı ise %7.6 ve prediyabetli birey sayısı 3.5 milyondan fazla olarak tahmin edilmektedir. IDF Diyabet Atlası’na göre ülkemizde diyabetli bireylerin önemli bir kısmı (yaklaşık 2.5 milyon) tanı konmamış diyabetli bireylerdir.
  • Ayrıca, hastaların yaklaşık yarısı (3.383.370 kişi) 40-60 yaş aralığında bulunmaktadır.

 

Altıncı Diyabet Atlası’nda IDF Verilerine Göre 2013 Yılı Türkiye Verileri

Türkiye Genel Bakış                                                                 Değer

Erişkin Nüfus (20-79 yaş)                                                     48.294.330

Diyabetli Vakalar (20-79 yaş)                                               7.043.290

Diyabet Prevalansı                                                                (%) 14.58

Karşılaştırmalı Diyabet Prevalansı                                      (%) 14.85

BGT’li Vakalar (20-79 yaş)                                                    3.668.100

BGT Prevalansı                                                                       (%) 7.60

Karşılaştırmalı BGT Prevalansı                                             (%) 7.62

Tanı Konmamış Diyabetli Kişi Sayısı (20-79 yaş)               2.469.380

Diyabetli Birey Sayısı (20-39 yaş)                                         1.143.290

Diyabetli Birey Sayısı (40-59 yaş)                                         3.383.370

Diyabetli Birey Sayısı (60-79 yaş)                                         2.516.630

Diyabete Bağlı Ölümler (20-79 yaş)                                     59.786

 

TİP1 DİYABET ile GLUTEN İLİŞKİSİ

Gluten , bir çeşit tahıl grubu ve ürünlerinin hepsinde bulunan (buğday, arpa, çavdar) proteindir. Çölyak hastalığı ; Gluten içerikli gıdanın vücuda alımı sonrası bağırsak sisteminde besinin sindirilememesi ve emilim bozukluğu görülmesi durumudur. Kişide şiddetli karın ağrısı, kramp, midede şişkinlik ve gaz ile kişide şikayetler oluşturur.

Çölyak hastalığı kronik oto immün barsak sistemi bozukluğudur ve tip diyabetli kişilerde görülme olasılığı %8 daha fazladır.

Çölyak ve Tip 1 diyabet oto immün hastalıklardır ve araştırmalara göre benzer genetik etyolojiye sahiptirler. The American Diabetes Association (ADA) raporuna göre ; Tip 1 diyabetli kişilerde çölyak hastalığının görülme riski ,normal popülasyonlara göre 20 kat daha fazladır.

The National Institutes of Health 2013 yılındaki bildirisinde; glüten içeren besinlerin tüketimi tip 1 diyabeti tetiklediği belirtilmiştir.

The Journal of the American Medical Association, doğumdan sonraki erken dönemde glüten içerikli besinlerin tüketimi tip1 diyabete yatkınlığı arttırırken çölyak görülme riski üzerinde kesin bir etkisinin olmadığı söylenmiştir.

Araştırmalara göre;  Tip1 diyabet ile çölyak hastalığı arasında genetik benzerlik vardır , tip 2 diyabet ise oto immün hastalık olmadığı ve çölyakla benzer gen etyolojisine sahip olmadığı için ,tip 2 diyabet ve çölyak hastalığı arasında herhangi bir bağlantı yoktur.

Tip 1 diyabetin semptomları erken dönemde çok net ve keskin biçimde vücutta kendini gösteririr. Bu sebeple teşhisi kolaydır.  Tip 1 diyabetle ilişkili olan  çölyak hastalığının ise belirtileri çok net olmadığından teşhisi zordur ve çoğu zaman kişinin haberi yoktur. Bu sebeple Tip 1 diyabetli kişiler mutlaka çölyak hastalığına yatkınlık veya risk durumu mutlaka gözden geçirilmelidir. Aksi taktirde çölyak kaynaklı emilim yetersizliğinden dolayı kişide beklenmedik kan şekeri yükselmesi ve düşmesi gibi sağlık problemleri oluşur.

Gluten İntöleransı ile Çölyak Arasındaki Fark

Çölyak oto immün bir hastalık olup, bağırsak sisteminde ciddi emilim bozukluğu, besin emiliminde yetersizlik, eklem ağrıları, aşırı yorgunluk, bağırsak tahribatı ve kısırlık gibi bir çok problemle karakterize edilmektedir.

Çölyak hastalığı bazen teşhis edilse de, kişide ciddi bir semptomla kendini göstermeyebilir.

Gluten intöleransı, çölyak hastalığına göre daha yaygın olarak rastlanan bir problemdir. Gluten intöleransı olan kişilerde bağırsak tahribatı olmadığından, besin emiliminde ciddi yetersizlik, yorgunluk görülmemektedir.

Çölyak ve Gluten intöleransı tedavisinde kişiye ömür boyu uygulayacağı glütensiz beslenme programı önerilmektedir.

Gluten İçeren Gıdalar :

Un ve tahıl grubuyla yapılmış mamüller (ekmek,kek,kraker , makarna, kahvaltılık gevrekler vs.)

Hazır ve un ile terbiye edilmiş çorbalar

Hazır besinler

Dondurma

Hazır soslar, tatlı süslemeleri

Glutensiz Diyette Tüketilen Temel Gıdalar:

Glutensiz un veya mısır unu ile hazırlanmış ekmek, kraker, makarna, kahvaltılık gevrekler

Taze sebze ve meyveler

Pirinç

Patates

Et/Balık/Tavuk

Yağlı Tohumlar ( fındık, ceviz,badem vs)

  • Piyasada paket halinde satılan glutensiz ürünler doymuş yağ, şeker , yüksek glisemik indeks ve sodyum içermektedir. Özellikle Tip 1 diyabeti olan kişiler kan şekerinde ani yükselmelerden kaçınmak adına pirinç, nişasta içeriği yüksek olan patates ve piyasadaki paketli glutensiz gıdalardan uzak durmalıdır.

Glutensiz Beslenmenin Faydaları:

Glutensiz beslenme sadece glüten intöleransı için değil , kan şekerini de dengede tutmada önemli bir rol aldığı için diyabetli kişilerde uygulanabilmektedir.

Dengeli bir kan şekeri seviyesine sahip olmak, insülin düzeyini arttıran yüksek karbonhidrat ve şeker içerikli gıdalara yönelimi azaltmaktadır. Bu durum aynı zamanda kilo vermede de bireylere yardımcı olmaktadır.

Glutensiz beslenme bu özellikleri sayesinde diyabet ve çölyak dışında; pankreas, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarından korunmak için veya tedavisi sırasında da uygulanabilmektedir.

KİLO – TİP2 DİYABET İLİŞKİSİ

Tip 2 diyabetin yaş, cinsiyet, ırk, stres, hamilelik, ailede yatkınlık gibi bir çok risk faktörü vardır. Fakat Tip 2 diyabetin en yaygın ve kuvvetli öncüsü şişmanlık ve obezitedir. Tip 2 diyabetli kişilerin %90’ı aşırı kilolu veya obezdir. Karın bölgesinde yağlanma sonucu yağ hücreleri ; vücutta hücrelerin insüline karşı duyarsızlaşmasına ve insülin etki mekanizmasının olumsuz etkilenmesiyle inflamasyona sebep olan kimyasallar üretir. Vücutta kan şekeri yüksek seviyede kalır ve salgılanan insülin etki mekanizmasında problem (insülin direnci) oluşur. Bu durumun sonucunda kan şekeri kontrol altına alınamaz ve kişide diyabet meydana gelir. Düzenli fiziksel aktiviteyle ve beslenme ile kilo kaybı, glisemik kontrol ve insülin duyarlılığını arttırmaya yardımcı faktörlerdir.

DİYABETTE BESLENME ve BESİN PİRAMİDİ

Beslenme planı bireyin boy, kilo, metabolizma hızı, yaşı , cinsiyet ve hastalık durumuna göre kişiye özel belirlenmelidir. Diyabetli kişilerin gereksinimi olan enerji ve besin öğelerinin miktarı kişinin beden kütle ölçülerine göre belirlendikten sonra, beslenme programının düzenlenmesinde besin değişim listelerinden yararlanılır. Değişim listeleri; enerji ve besin öğeleri yönünden birbirine yakın olan yiyeceklerin aynı grupta toplanmasıyla oluşturulmuştur. Türk toplumunun beslenme yapısıyla şekillenen klasik besin piramidinde değişim grupları süt, et, ekmek, sebze, meyve, kurubaklagiller ve yağ olarak yedi gruptur:

Fakat yapılan çalışmalar ; tahıl ve ürünlerinin içerdiği glütenin vücuttaki zararlı etkileri ve tip1 diyabetle ilişkili olduğunu , hayvansal kaynaklı süt ve ürünlerinin bağışıklık sisteminde ve vücutta inflamasyona yol açtığını belirtmektedir.

Bu sebeple besin piramidi daha çok ;  çiğ  sebze – meyve tüketimi, tohumlardan elde edilen sütler, sağlıklı yağlar ( badem, Hindistan cevizi, avokado) yani alkali beslenmenin etrafında şekillenmeye başlamıştır. Burada amaç işlenmiş gıdayı en aza indirip, glutenli gıdaların kan şekeri üzerindeki olumsuz etkisini azaltarak kan pH seviyesini alkali düzeyde tutmak ve vücut enzimlerinin aktivitesi için uygun ortam sağlamaktır. Eğer vücutta asidite fazlaysa kanser riski artmakla beraber vücut ,tahribatı önlemek için yağ yıkımını engelleyerek kilo vermeyi zorlaştırır.

 

ASİTLENMEYE YOL AÇAN BAŞLICA YİYECEKLER

1)YANLIŞ YAĞLAR:

Doymuş yağlar hidrojen iyonuna doydukları için fazladan hidrojen iyonu alamazlar. Böylece doymuş yağlar tüketildiğinde  vücuttaki asit oluşturan diğer maddeleri bağlayamazlar. Ayrıca doymuş yağlar metabolize edildiklerinde vücutta asitlenmeyi arttırırlar.

Doymamış yağlar ise ortamda asit üreten hidrojen yükünü bağlayarak asiditeyi azaltırlar.

2)ŞEKER

Vücuttaki fazla şeker insülin hormonu sayesinde yağlarla birleşerek yağ deposunda saklanır.  Şeker ile vücut proteinleri ve lipidleri arasında bağlar oluşarak doğal yapı bozulur. AGE ve serbest radikaller meydana gelerek çeşitli hastalıklara sebep olur. AGE’ler vücuttaki kollojen yapıyı bozarak ciltte sarkmalar, selülitler oluşumuna yardım eder. Fazla şeker damar içinde yapışarak damar esnekliğini azaltır. Böylece damar sertliğine bağlı tansiyon ve birçok problem gelişir. Meyve şekeri fruktoz, insülinden bağımsız çalıştığı için glikoza göre proteinlerle yapışarak glikasyon yapma potansiyeli daha yüksektir. Şeker içeriği düşük meyveler tüketilmelidir. Şekerin yarattığı asitlenme hücrede oksijen seviyesini azalttığı için kanser hücresi oluşumunu tetiklemektedir.

3)YANLIŞ PROTEİNLER

Hayvansal proteinler son ürün sonucu yüksek asitlenmeye sebep olurlar. Hayvansal protein kaynakları doymuş yağ içerirler ve doymuş yağ asitlenmeye  yardımcıdır. Hayvansal proteinlerin oluşturduğu asit böbreklerden atılır ve kandaki asit tamponları, kalsiyum, magnezyum kullanılır. Buna bağlı olarak kişide osteoporoz riski artar. Ayrıca vücut protein tüketimine bağlı olarak asitlendikçe kastaki glutamin aminoasidini kullanır. Böylece kas kayıpları ortaya çıkar. Kas kayıplarının engellenmesi için diyetteki proteinlerin, alkali yiyecekler ve alkali minerallerle desteklenmesi gerekmektedir. Yumurta içerdiği araşidonik asit sayesinde asitlenmeyi arttırır. Doğal yumurta tüketimi bu durumu azaltmaya yardımcıdır.

4)YANLIŞ TUZ

Sofra tuzunda sadece soydum ve klörür vardır. Sofra tuzundan gelen fazla miktardaki sodyum ve klörür ile vücut sıvısı arasında denge sağlamak adına vücutta fazla su tutulur. Deniz tuzu veya Himalaya tuzu sodyum, klorür ve potasyum miktarlarını dengeli oranda bulundurduğu için vücut oluşan dengesizliği yok etmek için ekstra su tutmaz.

5)İŞLENMİŞ GIDALAR

Hazır içecekler, meyve suları, kahve, hamurlu besinler, sucuk, salam, sosis, çikolata,gofret, fast food gibi ürünler vücut pH’ını düşürür ve asitlenmeye yol açar.

  • Fakat modern yaşam tarzının sonucu olarak, herkes sağlıklı bir şekilde beslenemeyebilir. Avrupa’da yapılan beslenmeyle ilgili araştırmalar, çeşitli mikro besinlerin alınması gerekenin altında alındığını ortaya koymaktadır. Bu durum son dönemde, besin piramidine gıda takviyelerini de ekleyerek şekillenmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymuştur.
  • Diyet veya beslenme takviyeleri ismi de verilen gıda takviyelerinin ardında yatan fikir, yeterli miktarlarda tüketilmeyen besinlerin vücuda alımını sağlamaktır. Tek başına beslenme günümüzde yeterli olmadığı gibi tek başına gıda takviyeleri, dengeli ve sağlıklı bir beslenmenin yerini tutamaz. Kişi bol miktarda meyve, sebze, yeterli protein ve sağlıklı yağlar içeren beslenmesini gıda takviyeleriyle destekleyebilir.
  • AB tarafından yürütülen EURRECA projesi, C vitamini, D vitamini, folik asit, kalsiyum, selenyum ve iyotun yetersiz olarak alındığını tespit etmiştir.
  • Ulusal araştırmalar arasında yakın zamanda yapılan bir karşılaştırma, D vitamini alımının yaygın bir sorun olduğunu, düşük mineral alımının ise belirli yaş grupları arasında daha muhtemel olduğunu ortaya koymuştur.
  • Örneğin, Danimarka, Fransa, Polonya, Almanya ve İngiltere’deki genç kızların yeterli demir alımlarıyla ilgili endişeler mevcuttur. Genç kadınlardaki yetersiz demir alımı, bebeklerde düşük doğum ağırlığı, demir yetersizliği ve gecikmiş beyin gelişimi riskini de arttırmaktadır.
  • Folik asit değerleri de gebe kalabilecek kadınlar için çok önemlidir. Gebe kalmadan önce folik asit almaya başlamaları ve hamileliğin ilk 12 haftası boyunca buna devam etmeleri önerilir. Yeterli folik asit değerleri, spina bifida gibi siniryolu kusuruna sahip bebek doğurma riskini düşürebilir.
  • Yakın zamanda yapılan araştırmalar, Avrupalıların %50-70’inde D vitamini eksikliği olduğunu göstermektedir. D vitamini değerlerinin sadece besin alımına değil, aynı zamanda UV ışığına maruz kalmaya da bağlı olması Kuzey Avrupa ülkelerinde D vitamini takviyesinin önerilmesi için daha sağlam bir zemin oluşturur.

Belirli nüfus grupları için özel riskler

Bazı bireylerin sağlığında rol oynamasına rağmen, tüm takviyeler herkes için yararlı değildir. Aslında, belirli takviyelerin, özellikle yüksek dozlarda alınması, bazı kişilere önerilmez. Çalışmalar, multi vitaminlerin aşırı besin alımı riskinin artmasına katkıda bulunduğunu göstermiştir ve multi vitaminlerin, gıdalardan alınan mikro besinleri daha fazla dikkate alarak formüle edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bireyler, etiket okumaya özellikle özen göstermeli ve takviyenin onlar için uygun olduğundan emin olmalıdır.

Hamile kadınlar için, örneğin balıkyağı dahil olmak üzere A vitamini (retinol) içeren takviyeler, önerilen doz büyük ölçüde veya uzun bir süre boyunca aşıldığında zararlı olabilir ve doğum kusurlarına yol açabilir.

Çalışmalar, sigara içenlerin, özellikle yüksek beta karoten içeren bazı takviyelere karşı temkinli olması gerektiğine de dikkat çekmiştir. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), bu alandaki kanıtları değerlendirmiş ve sigara içenler dahil, genel nüfusta günde 15 mg’nin altında β-karoten alımının güvenli olduğu sonucuna varmıştır.

 

  • Bu gelişmeler doğrultusunda son dönem besin piramidinde Et-Balık-yumurta, taze sebze ve meyveler, sağlıklı yağlar, tohumlardan sonra çeşitli bitki özleri ve baharatlarla birlikte gıda takviyeleri de yerini almış bulunmaktadır.
  • Obezite ve şişmanlık beraberinde diyabet, hipertansiyon, dislipidemi ve çeşitli kalp hastalıkları için büyük risk faktörü oluşturduğundan; eğer kişide kilo problemi varsa önce bu durum fiziksel aktivite ve sağlıklı beslenme ile tedavi edilmelidir.
  • Nişasta içeriği yüksek karbonhidrat çeşitleri (patates, pirinç, beyaz ekmek), glüten içerikli tahıllar ve bunlarla hazırlanan ürünler (makarna,ekmek,kraker), kuru meyveler, şeker ve şekerli ürünler gibi besinler; kan şekerinde ani yükselmelere ve düşmelere sebep olduğundan tüketilmemesi gereken besinler arasındadır.
  • Hücrelerin insüline olan duyarlılığını arttırmak ve kan glukoz düzeyini kontrol altında tutmak için diyabetli kişilerin beslenmesi Vitamin D, Alpha-lipoic acid (ALA), Chromium Coenzyme Q10, Magnesium, Potassium, Zinc gibi besin takviyeleriyle desteklenmelidir.
  • Unutulmamalıdır ki her durumda diyet ve beslenme planı kişinin hastalık geçmişi, beden kütle indeksi, kan değerleri, yaş,cinsiyet gibi durumlar gözden geçirilerek hazırlanmalıdır. Diyet ve beslenme planı kişiye özgüdür ve kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu sebeple, ortalama olarak belirtilmiş günlük beslenmede karbonhidrat,protein,yağ tüketim oranları ve miktarları baz alınarak kişi kendikendine beslenme planı hazırlamamalı mutlaka beslenme uzmanına danışmalıdır.

REFERENCES

http://beslenme.gov.tr/content/files/diyabet/turkiyediyabetprogrami.pdf

http://www.diabetcemiyeti.org/c/diyabet-istatistikleri

http://www.celiaccentral.org/Celiac-Disease/Related-Conditions/Type-1-Diabetes/39/

http://www.diabeticlivingonline.com/food-to-eat/nutrition/gluten-and-diabetes-there-connection

http://www.todaysdietitian.com/newarchives/010614p34.shtml

http://www.diabetes.co.uk/diet/gluten-free-diet.html

http://edition.cnn.com/2013/04/05/health/gluten-5-things/

http://www.livestrong.com/article/314665-gluten-free-diet-and-related-blood-sugar-levels/

https://www.idf.org/BRIDGES/map/china

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3382707/

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3920109/

http://www.obesity.org/resources-for/your-weight-and-diabetes.htm

http://www.diabetes.co.uk/diabetes-and-obesity.html

http://www.eufic.org/article/en/artid/Gida_takviyeleri_kim_ne_zaman_ihtiyac_duyar/

http://www.diabetes.co.uk/nutrition/dietary-supplements.html

 

 

 

Bir yorum Yaz